Zannedersem Almanya’da gurbetçi kod adıyla yaşayanların bir çoğu yine yaklaşan yaz tatillerinizi memleketlerine giderek kullanacaklar. Ve eminim ki sözüm ona dinlenmek için gidilen bu tatilin yorgunluğunu atmak için oturma salonunuzdaki kanepede üç haftalık tatile ihtiyacınız olacaktır.
Olacaktır diyorum, çünkü ben her tatil sonrası kendimi dinlenmiş, bütün bir senenin yorgunluğunu atmış, tekrar çalışma hırsıyla dolmuş bir şekilde, hissetmiyorum. Aksine kendimi asabi, yorgun, stres limitini doldurmuş, bir ağır depresyondan çıkıp daha ağır bir depresyona girmeye çabalar gibi hissediyorum.
Ve bendeki bu arızanın tıp dilinde bir karşılığı olduğunu zannetmiyorum. Fakat halk arasındaki adı “bluruppp blurupppp, höbülülü höbülülü, bana ne ya ben annemi istiyommm” olduğunu biliyorum. Belki aranızda bu rahatsızlığı bilmeyenler vardır diye bunun ne lanet bir hastalık olduğunu size açıklayayım:
Hastalığın oluşma dönemi:
Bu dönemde en önemli belirtilerden biri; hasta bir önceki sene memleket tatilinde yaşadıklarını unutarak, bu yıl yeni bir tatil planı yapmakla başlıyor. Sonralarıysa eş, dost, akrabaya alınacak hediyelerin seçimi ve bu hediyelerin ücretinin ödenmesiyle kişi ilk ağır darbesini almış bulunuyor. Sonra ya bilet (uçak, feribot, tren) ya da akaryakıt parası ödemek suretiyle ikinci ağır darbeye maruz kalan kişi anlaşılmaz bir şekilde kendini mutlu hisseder ve sanki Loto’dan 3-5 milyon Euro kazanmış gibi sürekli gülümser bir şekilde ortalıkta dolaşır.
Bu belirtilere ek olarak bu oluşma dönemini daha ağır bir şekilde yaşayan hastalar da, memleketindeki “bok gibi parası var”, “acayip zengin”, “denizde kum bunda para” gibi sağlam(!) temellere dayalı olan Alamancı imajını çizdirmemek için yapılan eylemlere göre ikiye ayrılır:
1. Arabası olmasına rağmen ya borç, harç eli yüzü düzgün ikinci el Mercedes, BMW satın alır.
2. Ya da hepten tozutmuş olanlar sittim sene kredi ödemek kaydıyla gıcır, gıcır sıfır Mercedes ve BMW alırlar.
Hastalığın ilk belirtileri
a) Sıkça yaşanan karı koca kavgaların sonucu, ya boşanma ya da kocanın cinnet geçirmesi sonucunda boğazlanan eş.
b) Cümbür cemaat gidilen piknikte (mangal âleminde) çocukların kaybolması
c) Ailenin gelir ve giderleri arasındaki uçurumun büyümesi.
d) “Aman ya! ne olacak” felsefesinden güç alarak, işe zamanından bir hafta geç başlamak suretiyle işten kovulma.
e) Nerdeyse dünyanın tüm para birimlerinin ağır cinsel tacizine maruz kalmış Türk lirasının sıfırlarından gelen güçle kendini gerçekten zengin hissetme.
f) “Akşam körle haganigi gaganigi yapan sabah şaşı kalkar” ata sözünden(!) etkilenerek sılada bulunduğunuz sürenin sonuna doğru yavaş, yavaş aslında bu trafik kurallarının çok da gerekli olduğuna inanmama.
g) Akşamın karanlığında sıladaki evinize döner iken, sabah sapasağlam olan sokağınıza belediye tarafından açılan çukurun çevresine hiç bir uyarı işareti konulmadığı için siz langadanak (aniden) düştüğünüz 8 metrelik belediye çukurunun dibinde yarı bitkisel hayat girmiş bir şekilde yatar iken, bir belediye zabıtası çukurun başında bir yandan sakız çiğneyip diğer yandan “Kör müsün be kardeşim” diye sizi azarlaması.
h) İtalya’nın bilmem hangi limanında bir feribotun güvertesinde angut bir görevlinin elinizde bir yıl boyunca çalışıp kazandığınız Euro’ları kuzu gibi teslim etmeniz karşılığında size verilen bilette 5 kişilik büyük boy kamara yazmasına rağmen angut efendinin ısrarla “yassak hemşerim” mantığıyla memlekete varana dek (30 saat) çoluk çocuk güvertede kalacaksınız diye ısrar etmesi.
Hastalığın ilermiş dönemi
Hasta tüm bu ilk belirtileri dikkate almayarak, gidişte ve sılada yaşanılan onca olumsuzluğa rağmen kendini mutlu olduğuna inandırır. Hatta bunun çok güzel bir tatil olduğunu her fırsatta yüksek sesle söyler.
Mesela hasta düştüğü 8 metrelik belediye çukurdan kaba kuvvet kullanılarak kurtarılmasından (!) sonra, doktorsuz ve hemşiresiz gelen ambulans, hafif alkollü ambulans şoförünün “bu adamın üstü başı çok pis bunu ben ambulansıma almam” (Godoşa bak, sanki babasının malı) demesi karşılığında “Şükürler olsun, çok mutluyum memleketimde ölecem” diye bağırması yada ambulans şoförünün güç bela (50 Euro çorba parasından sonra) ikna edilmesi ve ardından hastaneye doğru gider iken, trafikte yol alan diğer sürücülerin yırtınan sirenin sesine aldırmayarak yol vermemeleri
3 km. uzaklıktaki hastaneye 45 dakika sonra ulaşılması; hastanın ambulanstan indirilmesi sırasında peydahlanan acil Servis’te görevli hastabakıcı elindeki bir somun ekmekli sandviçinden ısırdıktan sonra, “Paranız var mı? Eğer yoksa bizi senet sepet ile uğraştırmayın alın götürün hastanızı” gibi gayet insancıl (!!) sorununa karşılık duyduğu sihirli kelime “Alamancı” dan sonra sanki hastanın hayatını kurtarmaya karar vermiş de ameliyata başlayacak bir doktor edasıyla “Tamam siz hastayı oradaki sehpanın üstüne yatırın, ben gidip yan taraftaki kahvehaneden doktor beyi çağırayım” demesine karşılık, genellikle hasta “Ohh!! ne mutlu bana memleketimde öleceğim” der.
Çift okey ile döner iken masadan kalkmak zorunda kalan doktorun “kim şapar lan Hipokrat yeminini bu saatten sonra” diye surat asarak yüksek sesle hastaya doğru “Ulan başka bir saat bulamadın mı çukura düşecek, mis gibi okeye dönüyordum” demesi karşılığında, hasta kişi kırık alt çenesinin ağrısına aldırmayarak gülümser bir şekilde gözü yaşlı eşine doğru bakaraktan “Üzülme hanım her Alamancı ’ya doğduğu topraklarda ölmek nasip olmaz!” der.
Hastalığın sonu
“Aman ölür mölür de, başımıza kalır” diye ameliyata alınan hasta 7 saat sonra ameliyattan çıkar.
Ertesi gün yarım yamalak kendine gelen hasta hastalıktan kurtulmanın ilk sinyalini vererek baş ucundaki eşine “Lan avrat şu bizim Almanya’daki sigorta şirketinin acil numarasını yazdığım kağıt nerede?” der.
Sonra yılda 20 Euro karşılığında sigortalandığı gurbetteki sigorta şirketini arar. Telefonun diğer ucundaki Alaman (gavur!!!) ilk önce geçmiş olsun dileklerini iletir. Sonra uçak ambulansın gönderilebilmesi için nelerin yapılması gerektiğini anlatır. Hasta olan kişi iki gün sonra, kırk yıl önce tıka basa tahta bavullarla dolu olan kara trenle gittiği Almanya’ya bu kez özel uçakla gidiyordur… Yaklaşık bir ay sonra Almanya’daki hastanenden taburcu olan kişi özel bir araçla evine getirilir.
Eve geldikten bir kaç gün sonra okuduğu gazetede “Türkiye’de 270 Euro’ya bir hafta herşey dahil 3 yıldızlı otelde tatil” ilanını görünce ilk önce gülümser sonra tatilde yaşadıkları aklına gelince yarı ağlamaklı kahkahalar atar ve en sonunda salonun ortasında oturur bir vaziyette sağ işaret parmağını alt dudağına seri bir şekilde vurarak “bluruppp blurupppp, höbülülü höbülülü, bana ne ya ben annemi istiyommm” diye sesler çıkarmaya başlar…
Kendinize iyi bakın mısmıl olun!

Demirhan Ocak